30 Eylül 2012 Pazar

06810 - M6 6DB

"Bak şöyle hayal et; hava kapalı, son dersinden de çıkmışsın. Sanki o yüzden biraz rahatlık ta var. Ama bi yandan da küçük derin bi sıkıntı da var. Neyse işte yürümeye devam ediyosun, servise binicen. Sonra insan kalabalığını görüyorsun, hepsi Tunus servisini bekliyor. Cuma ya bugün hani haftanın sonunu getirdik rahatlığıyla kendilerini sokaklara, kafelere, barlara atacaklar. Nasıl olsa cumartesi, bilemedin pazar günü çalışırım tesellisiyle. Hava da iyice kapadı mı ne? Herhal bir iki yağar zaten sonra da karanlık olur iyice kederlenirsin. Tipik Ankara sonbaharı işte napcan.

Ahanda tam böyleydi işte adamın havaalanından kırk beş dakika-bir saat sonra çıktıktan sonraki hava. Kapalı, isteksiz, hiç yüz göz olmuyor. Oysa daha öğlen on iki bile değil. Naparsın işte tipik İngiliz havası dedikleri bu olsa gerek.

Çok uzun bir zaman dilimi içerisinde-ki bu süreye İngiltere'ye ayak bastığı günler de dahil, tam olarak nerede olduğunun farkında değildi. Kendi kendine içten gelen bir fısıltı ona Finlandiya, Finlandiya, Oulu, Jyvaskyla diye sesleniyordu. Mamafih uçan martılar, bağıran kargalar, koşuşturan sincaplar, geç dönem on dokuzuncu yüzyıl tarihli pablar, köprüler, fabrikalar, hanlar hamamlar onu ucundan da olsa gerçeklerle yüzleştiriyordu.

Ha bi de şu var. Bir yere gidince beklentilerin çok önemlidir. Neredeyse baştan aşağı değişir orası, bambaşka bir hal alır yav. Bu beyin ne kadar da güçlü bişey işte. Hakimiyet tamamen onda. Neyse, beklenti önemlidir, şimdi bi kaç şey okursun, ya da görürsün. Bunlar senin tüm fikrini etkiler hatta menfi ise bilakis zehirler zihinleri. Tam bu noktada dengedeki terazi gibi düşün. Bi tarafta Bent Deresi stayla muhit söylentileri, bi tarafta da esrarengiz insan, Miss Bays'in umut veren, kalpleri ısıtan videosu. Ama şu gerçek ki terazinin iki tarafı da gerçeklerin ürünüydü, emin ol.

İnsan elindekilerin kıymetini kaybedince anlar derler ya, işte çok doğru o. Yok yok o duygusal, ağdalı anlamlar yükleme gayreti değil bu benimkisi. Daha basit bir aidiyet. Tamam tamam internetten bahsediyorum. Allah seni inandırsın adamcağız üç gün boyunca-hatta dördüncü günün akşamında düzeldiğini söyler hep, internete erişmek için debelendi durdu. Bi o tarafa koştu bi bu tarafa. Helak olacaktı valla. Hadi bi de bildiği bi yer olsa yine iyi. Ne dil bilir, ne alışlanlık, ne de yer-yurt. Ama helal olsun azimle delen ecdad misali başarıyla kalktı bu sorunun altından. Ama tabii günler geceler ne mutsuzluk, ne keder, nasıl bir hayata küsmüşlük aboov. Bir dokun bin ah işit. Aha işte tam da bu noktada Pays Hanım sahneye çıkmış. Gerçekten çok ilginç bi durum tesadüfi gibi biraz da. Sen kalk üç bin küsür kilometre öteden yaban ellerin arasına gel, tabii kimseyi tanımaman normal ama o koca okulda, o mahşeri kalabalıkta tanıdık bir yüze rastla. Artık buna kader mi dersin, tesadüf mü dersin, yoksa sosyal medyanın, efendime söyliyim web 2.0'ın gücü mü dersin ben bilmem. Ama aynen böyle işte. O kadar adamın arasından görmüş kızcağızı. Şimdi o da öyle bi anlatıyo ki biraz tabii tedbirli olmakta fayda var. Diyor ki vay efendim ben bir gördüm bunu böyle bir ışık, bir huzur dalgası, bir enerji patlaması, mutluluk radyasyonu. Yok artık daha neler? Bi de şey; bu da ona öyle bi bakmış ki sanki eski bir dostu uzun zamandan sonra tekrar görmüş gibi. Ama kontrolsüzlük yok, oturmuş bir tavırla, nazik bir gülümseme sanki "o geldi herşey yoluna girecek"der gibiymiş. Yuhayo, daha neler değil mi? Abartmanın da bir sınırı var. Da işte ama zor zamanlardı onun için Allah bilir nasıl canlandırdı kafasında. Belki de tamamen uyduruyo, yani sanki yapmadığı bişey değil biliyosun.

Neyse birinci ayın sonu muymuş son haftası mıymış en sonunda bu yavaş yavaş idrak etmeye başlamış İngiltere'de olduğunu. Ulan ayı bir ay olmuş oraya geleli bu kadar mı zaman aldı anlaman. Deli mi ne aklı bir karış havada. Ama ben biliyorum kesin bir kız vardır bunun umutsuzca sevdiği. Hani onun o meşhur "gerçek aşk" saplantısı. Manyak tutturmuş tek taraflı aşk, asıl olması gerekenmiş. İnsan aşık olmak için, karşısındakinin de kendisine aşık olmasına gerek duymazmışmış. E bu senin yaptığın kendi canını yakmak, üzülmeye göz yummak değil de ne? Mutlu olamadıktan sonra napayım ben gerçeği, hakikiyi. Neyse işte bu modda ise işte o aralar ondandır yani.

Bakalım uzun zamandır aramıyor, ne sesi çıkıyor ne soluğu. Bayağı oldu konuşmayalı, kendince havadis biriktiriyor kesin o bahsetmediği kızın peşindedir. Neyse lan çok uykum geldi. Yatak ta yarın konuşalım biraz da yeter."

18 Eylül 2012 Salı

"By Wisdom and Effort"

Concilio et labore...

He continuously speeded up his feet by rain. Actually it was not a rain. They said that it was drizzle. Strong wind also hit his face wet by the raindrops. Then hardly found a way to stop. There were signs showing one particular direction. Unwillingly-but slightly willingly this was mainly just because of desperation, headed towards to the automatic door. His misery was clearly shown on the door as a reflection. One step ahead there was a huge crowd was waiting for something but it was not him obviously.

He slowly got down to the stairs and mingled with the crowd quietly. Frequently moving his head to deceive himself to looking at for familiar face. It was totally pointless.

M. was talking to people in a small room. To be frank, you could feel her high energy and friendliness from miles away. She looked at him and smiled just like seeing a friend after long time ago. Also you could interpret it as a relief of knowing he is here and everything will be all right.

From 3038 kilometres away you just recognise a person from a YouTube video. Thoughts come to mind and says that will be a good day, and month and even a year maybe.

People were dancing in front of a Wii, The Sugarhill Gang's Apache was playing.

Let's say "how it was started" for future.

jump on it!