17 Şubat 2009 Salı

Güven ve Korku

Çok dramatik bir yazı olacağa benziyor, ya da benim uydurmam. Aslında girizgah bulamadım kelimeleri tüketiyorum. Tamamen bugün yaşadıklarımla ilgili geçmişe dönük karamsarlıklardır satırlara dökülecekler. İnsan neden güvenir, neye güvenir, kime güvenir? Ya da belirli kavramlar var mıdır güveni açıklayacak, belirginleştirecek? Bir an gelir, o insana güven duyabileceğinizi hissedersiniz. O an üzerine büyük yanlışların derin hayal kırıklıklarının inşa edileceği andır maalesef. Her seferinde kimseye güvenilmemesi, inanılmaması gerektiğini düşünen, her zaman umudu başkalarının ifadelerindeki samimiyete bağlıyor. Ve beklenen oldu bir pişmanlık daha gün yüzüne çıktı.

Yazayım da rahatlayayım diye düşünüp bayağı bir şey yazarım diye düşünüyordum. Ama yazacak malzeme yok. Dramatikten uydurukluğa doğru gidiyor yazı bu kısımda sanki. Bir sonraki paragrafta toparlayacağım.

Korku insanları rehin almışsa, her birey çaresizce rüzgarda savrulmaktaysa, o zaman bizler ideallerimizi nasıl gerçekleştiririz? Tehditler etrafımızda kol geziyorsa, gölgelerin içinden savaşamayız. Mamafih güçsüz taraftakilerdensek inancımız yeteli mi ki? Karşılık veremeyecek kadar zavallı ve bedbaht bir durumsa teslim bayrağını çekmek geriye kalan seçenektir. Tüm baskılara ve haksızlıklara karşı göğüs geren insanların mutlak ve kaçınılmaz mağlubiyete karşı yapacakları şeyler sınırlıdır. Ellerindeki onlara sadece yenilgiyi, kabullenmeyi ve sömürüyü verecektir. İşte o zaman büyük parıltılı güven de toprağa karışacaktır.

9 Şubat 2009 Pazartesi

Tsigalko The Last Goalbender

Yine Tsi hakkında birşeyler yazacaktım ama New Orleans ile ilgili yazıyla uğraşmaktan unuttum buraya ne yazacağımı. Hatırlayınca buraya ekleyeceğim. Umarım hatırlarım. Aklıma güzel şeyler gelince Tsi hakkında hoş şeyler çıkıyor ortaya.

Night Time in New Orleans Son Kısım

Hikayeyi size atlaya atlaya anlatıyormuşum gibi gelebilir. Muhtemelen de öyle zira hatırladıklarım kadarını size aktarıyorum. Şimdi son duruma bakacak olursak.

-İtalya'da (Vatikan) bir kilisede başladı hikaye.
-Sonraki kısım tam olarak hatrımda olmasa da İtalya'da devam etmedi.
-Kel adamı daha sık gördüğüm söylenemez.
-Kel adamla bir bağlantım var ama daha fikirlerim için çok erken.
-Bu adam güvenilecek birine benzemiyor. Öte yandan çok konuşup da sizi ele verecek biri de değil.

Şu anda ise adamla istirarlı bir görüşmemiz var. Her ne yapıyorsa beni bunlardan uzak tutmak gibi bir düşüncesi yok. Hatta onların bir parçası yapma uğraşında. Bu doğrultuda da şu anda Baltimore'a doğru gittiğimizi söyleyebilirim. Sanırım gideceğimiz yer bir eğlence merkezi.

Evet dediğim gibi pek sağlam bir insanla beraber değilim. Konu şu ki adam kiralık katil. Baltimore'daki iş te bir kan parası.

Adam sanırım lunaparkın sahibiydi. Parkta meydana gelen bir kaza sonucu şikayetçi ölen aile yakınları, mağduriyet falan. Adam da pis herhalde. Aileler de işi bizimkine havale etmiş. Gitti adam...

Yine yoldayız. Bu sefer de Şili gözüktü bize. Bir baba oğul ortadan kalkacakmış. Yanımdaki arkadaş pek ilgilenmiyor adamların yaptıklarıyla falan. Bu ikisi en büyük şarap üreticilerinden. Şili'ye acayip para giriyor sayelerinde. Ama kader de ikisini öldürmek varsa bizimki durmaz kıyar canlarına.

Valla adamlar parada yüzüyorlar. Bir çiftlik yaptırmışlar şaştım kaldım. Bir köşede de mahzen üretim yeri falan var şaraplar için. Sırf orayı gezmeye gelenler var. Neyse ki bizim adam görevini yine başarıyla icra etti.

Yav ben bu hikayenin bu kadar uzayacağını düşünmüyodum ama baya da bir şeyler varmış yazılacak. Neyse efendim araları özet geçelim o zaman. Şili macerasından sonra Paris'e gittik Amerika Büyükelçisini öldürmek üzere. Güzel ve şık bir planla onu halletti sağolsun. Bu işi de hallettikten sonra keli defalarca kurtarmış CIA ajanını kurtarmak için tekrar Amerika'ya döndük. Zorlu geçti baya ince eleyip sık dokuduk ama başardık tabi. İşin birinden kalmış bir şahit varmış. Bunun da ortadan kalkması gerekiyor doğal olarak. Fakat adamın dışında bir de suç görüntüleri var bunu da ele geçirmek gerek. Ben bu görüntülerin peşine düşerken kel de adamı hakladı. Buraları pek hatırlamıyorum birkaç icraatımız daha oldu bundan sonra. Amerika'dan da ayrılmadık sanırım. Misissippi'ye gittiğimizi ve düğün bastığımız yarım yamalak hatırlıyorum. New Orleans'da bir geceydi tek hatırladığım...

Şimdi bir mail geldi de diyorlar ki bizim kel ölmüş. Son görevinde haklamışlar. Diyeceksiniz sen neredesin. Bir bilsem? İmza: ICA???

"Yetkililerin yaptığı açıklamada suikastçinin Başkan'a suikast hazırlığı içerisindeyken Beyaz Saray'da öldürülmüş olduğu yönünde. Öte yandan çıkan çatışmada Başkan Yardımcısı da hayatını kaybetti."

6 Şubat 2009 Cuma

Night Time in New Orleans Birinci Kısım

Hikayemiz Romanya'da başlıyor. Bir hastane sanırım burası. Ruh ve sinir hastalıkları üzerine. Öte yandan herkes gizli kapaklı işler peşinde gibi. Neyse buradan çıkıp tekrar hikayeye devam edelim. Hava açık, güzel bir bahar akşamı. Klişe ile "hava ve zemin top oynamaya müsait". Ama ben neden buradayım? Hatırlamıyorum, niye geldim, neden buradayım. En önemlisi neresi burası? Aa dur bi dakika. Romanya'dayım ve burası bir hastane ama nereden biliyorum? İyice ilginçleşiyor durum. Hmm biraz önce bir doktorun dediklerine kulak misafiri oldum. Hastalardan biri sanırım kaçmış. Tehlikeli bir durum mu acaba? Pek endişeli ve panik değildi kimse neyse...

Evet bir Hong Kong sabahına uyanmış bulunuyorum. Bi adamla tanıştım, Avrupa'dan sanırım. Pek fazla konuşmuyor. Takım elbiseyle dolaşlıyor sürekli. İlginç bir tip. Hmm, dışarı çıkmış, ses seda yok. Off, o ne gürültüydü. Bi patlama oldu sanırım. Hakkaten ben nerelerde geziyorum böyle? Yine aynı soru. Neredeyim, niye buradayım, nasıl geldim?

Hava çok sıcak. O patlamadan sonra cehennemdeyim sanırım. Yok, bi çadırdayım. Ama hava gerçekten de çok sıcak. Neredeyim ben bu sefer acaba? Hmm, duvardaki harita Güney Amerika haritası ama burası neresi? Bi uçak sesi bu kulağıma gelen sanki. Pervaneli eski bir uçak gibi. Haydi bakalım yine bir gürültü hengame. Patlamalardan ne zaman kurtulacağım acaba? Bu arada bizim kel çocuk nerede acaba?

Şimdi neredeyim? Her patlamada başka bir yerde uyanmak pek hoş birşey değil. Sürekli yer değiştiriyorum. Ama neden? Ya da nasıl oluyor bu iş? Bu sefer hiç merak etmiyorum nerede uyandığımı. Aha kel çocuk ta geldi. Arkadaş neredeyiz biz? Sen neredeydin daha önce? Aa, bak hiç cevap veriyor mu, pis kel. Evet odaya kısılıp kalmak istemem. Dışarı çıkma vakti geldi. Hem böylece istemeden de olsa nerede uyandığımı öğrenmiş olurum. Ne güzel bir bina, eskiye benziyor. Sokaktaki tüm binalar böyle şimdi onu farkettim. Eski bir şehir olmalı. Biraz yürüyelim bakalım. Bir gazete ile öğrenebileceklerin sınırsızdır. Çok güzel. Son durak Macaristan. Hop hop ho- durun ya noluyor...

Birileri beni tuttuğu gibi bir arabaya bindirdi. Ben dur demeye kalmadan. Muhtemelen Macaristan'da değiliz. Yani şu zamana kadar yaşadıklarım bir bölgede fazla kalmayacağımız yönünde. Dışarıdan sesler geliyor. Gemilerin kornalarından geliyor. Bunun yanında dalga sesleri de az az kulağıma gelenler arasında. Çok zekiyim liman gibi bir yerdeyiz hemen buldum. Acaba hangi liman? Bunu öğrenene kadar başka bir yere gitmezsem eğer...

Karanlık. Soğuk. Sessiz. Hapishanede miyim? Yok bu olamaz. Ben tüm bunları yaşarken keltoş ne haltlar karışıtırıyor? Aha gördüm adamı. Yok duymuyor beni ya da duymamazlıktan geliyor. Aaa geri geldi mamafih yine başaramadım. Aha bi kapı açıldı. Bekli birini bulurum. Uuv ne kadar da aydınlık. Hiçbirşey gözükmüyor ışıktan. Sesler, bizim kelin sesi. Tekrar karanlık...

Rap Yaparken Günaha mı Girdim?

Daha önceki yazıda da endişelerim ve tereddütlerim mevcuttu Türk Rap'i hakkında. Artık eskisi gibi merak, gizem falan yok ortalıkta. Herkes yalnız başına birşeyler oluşturmaya çalışıyor. Kavga dövüş te bitti, ortam süt liman. Fırsattan istifade, Rapstar yarışmasını da yayına soktular. Hani genç arkadaşımızın birkaç sene önce çıkardığı albüme ilham olacak, taşlama ve eleştirirlerle dolu albümün hedefi yarışmalar gibi. Biz onu seviyorum, bunun stili var, öbürü kendini bilmem ne ideolojisine adamış diye kendimizi kandırmışız. Ekşi Sözlük'te yazdığı gibi herşey para içinmiş. Biz onları savundukça birbirimize karşı onlar gittikçe körleşmiş. Çıkamayacakları belli bataklıktan, çıkmayacaklarını göremez olmuşlar. Belki de o kadar kapadık ki gözlerini nerede olduklarını bile bilmiyorlardı. Olan bize oldu iyi kötü güzel iki şarkı dinliyorduk. Artık o da yok. Radyo röportajında dedikleri gibi bizleri saçma sapan anlamsız şarkılarla başbaşa bıraktılar. Hee, onlar zorunda mı bizim dinlememiz için güzel şeyler yapmaya. Yok, kesinlikle değiller. Şu andan itibaren istediklerini yapmakta serbestler. Ama şöyle birşey de vardır. İnsan bir söz veriyorsa onu tutmalıdır. Tutamayacaksa da baştan böyle bir vaadde bulunmaz. Sözünü tutmayanlara da ne denir herkes çok iyi bilir.