26 Haziran 2008 Perşembe

Ankara'yı Özleyeceğim Hiç Aklıma Gelmezdi

Ne kadar umutsuz ve karamsar... Umulmadık bir sonuç bu. Beklenenin aksine, moral bozucu bir durum. Yaşanmışlığın tüm bilmişliği uçup gitmiş. Şansını başka bir şehirde değil başka bir ülkede aradıktan sonra umduğunu bulamayıp kürkçü dükkanına geri dönmek. O sönük İskandinav gecelerinden sonra elde kalan tek şey. Hatta belki daha fazlası... Değil özlemek, dönmek bile akılda değilken şu anda içinde bulunduğumuz şerait geçmiş düşüncelerinden çok farklı. Basbayağı büyük bir hayal kırıklığı üzerine oturtulmuş. Hayatın her döneminde hayal kırıklıkları ile daha da öğrenenen, büyüyen biri için kaçınılmaz bir son. Şaşırtıcı değil, ya da hayal kırıklığı sebebi hayal kırıklığı değil! Onun da ötesinde başka birşey. Peki Ankara bu kadar paspal bir şehir mi? Bu kadar mı vazgeçilebilir? Hiçbir zaman bir İstanbul olmadı benim için ama bu kadar küçültüp bilmeden İzmir'i yüceltmek niye? Sadece şehirle bile alakalı olmasa, yaşananlar, anılar olsa; unutabilmek kolay olmasa. Besbelli bırakılmış hepsi bir mendilciye dolaşan Meşrutiyet'te. Ankara, Ankara güzel Ankara. Seni görmek ister her düşen dara... İşte biraz da o yüzden:

Ankara'yı özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi.

9 Haziran 2008 Pazartesi

Futbol Sevgisi

Giderek azalan bi sevgi bu. Televizyonda Panzerler'i izlerken başlayan sevgi, şimdi oturup tembelce yayılmanın gerisinde artık. Portakallar'ı takip etmek, ya da beşik sallayan Bebeto gibi mahallede oynamak ve hepsinden zevk almak... Ne yazık ki son hatırlanılan turnuva kadar geride. 96 finali en parlağıydı benim için. Sabredememek, insanın içini kıpır kıpır etmesi, meraktan çatlatması. Sadece, ama sadece onları görebilmek. Klinsmann'ı, Sammer'i ya da Köpke'yi. Maç bittikten sonra masum bir sevinç, desteklenilenin kazanması o anda yeter hoplamaya deli gibi. Ama artık esamesi okunmayan o futbol sevgisi gittikçe azalıyor. Önce oynamak gelmedi içimden sessizce bıraktık sokakta oynamayı, bahane bile vardı 'izlemesi daha zevkli' diye. Az kaldı yakında izlemeye bile tenezzül etmeyeceğiz. Ben mi çok dugusalım yoksa gerçekler mi hissettiklerim? Eskiden kötüsü de iyisi de kazanmak için oynardı takımların, kazandırtmamak için değil. Eskiden İtalya atak yapardı. O kadar geçmiş değil bahsettiklerim, fakat şu vakitte herşey hızlı bir şekilde değişiyor. Zaten tüm takımların formaları da aynı. Renk dediğimizde bazen renkler de aynı oluyor. Bir tek düzelik hakim olmuş artık, istemeyerek de olsa kabul edeceğiz. Kalmadı ki hiçbirşey eskisi gibi, zaten kalamaycak da bizim futbol zevkimiz bunların arasında. Beklerdim ki Arjantin şampiyon olsun, Klinsmann sallasın iki tane, Kluivert yine artistlik yükselsin topa ayaklarını iki yana açarak. Ne Campos, Higuita, Schmeichel kaldı, ne Aspirilla, ne Batistuta ne de Scilacchi.

İnsanın işine gelir kolaya kaçmak. Fazla uğraşmamak, kestirmeden, çabucak halletmek işleri. Belki futbol hala güzel, hala oynanabilir ve bu sürece izlenebilir. Hatta belki daha zevkli bizim hatırladığımız o Şeva'nın Kiev'le patır patır dizdiği günlerden. Ama işte kolay olan da bu. Vazgeçmek, unutmayı istemek çok kolay. İçerideki futbol sevgisini söndürmek, artık çok zevksiz olduğunu düşünmek kolay olan. Futbolcuların umrunda değil ki zaten.