"...ben giderim adım kalır, dostlar beni hatırlasın..."
Bir şekilde yaşıyorum hayatı. Yol alıyorum, unutuyorum, hatırlıyorum. Pek çok şey değişiyor, insanlarla birlikte. Çoğu da geride kalıyor.
Televizyonu ilk defa ne zaman izledim mesela? Neydi beni kendisine çeken? Ama benim tek hatırladğım ise Akşama Doğru o kutuda. Hergün masal gibi izlenen güzel yapım. Bilmiyordum neden bahsettiğini ama çekiciydi. Daha sonra Bizimkiler vardı. Bazen -yakalayabildiğin zaman da-Lafalympics. Onlar da geride kaldı. Hafızamızda nacizane bi yer edinmiş. İyi ki de var. O zamanlardan kalan başka bir ayrıntı da Ayrton Senna'nın kazasıdır. O, olaylardan bihaber halimle dehşet içinde izlemiştim. Öldü'yü bilecek kadar üzülmüştüm. Ne daha az, ne daha fazla.
Jacques Villeneuve vardı bir kahraman olarak. Yılmaz savaşçı, rol model, sarı saçlı yakışıklı insan... Schumacher'e kafa tutmasıyla sevdik. Bildiğimiz üç-dört adamdan biri işte. Rekabet olunca taraf oluyorum ve birini destekliyorum. Sonra gavurların social conformity dediği halt ile Scuderia Ferrari tifosi'si oldum çıktım. Vay Örvayn, ah Şumaherlerle geçti yıllar. Ama JV hep kalbimdeydi. O "pis" Mika-David ikilisine rağmen izliyordum yarışları.
Günlerden bir gün dediler ki Tayfıur futbolu bırakıyor. Ulan takım zaten yan yatmış, dedik bi umut doğruluruz herhalde. Halbuki altında daha fazla incelik, derin nüanslar gizli. Baktım sonra birileri daha futbolu bırakmış. İnsan yıllarca izlediği adamların bitişini görünce üzülüyor tabi. Ama tüm bunlar olurken Romario hala oynuyor. Neyse ki o güzel haberi duyduk bir süre sonra. Şumaher sezon sonunda yarışları bırakıyor. Bende böyle nasıl bir sevinç, bir coşku, gurur, gözyaşı hepsi var. Sel oldu aktı gözyaşları. Adam keleğin en hasını yapmış Rubens'e. 5 yıldır kimseye bırakmamış. Gitsin pislik dedim kendi kendime. Onun tadını da sonradan anladım zaten.
Ama asıl sebep bu yazıyı yazdıran bir fotoğrafla bir haberden ibaret. O anda anladım ben tüm o yukarıdakilerin önemini. Meğerse o umursamazlıkla hepsini teğetin çok uzağından geçmişim. David Coulthard bu sezon son kez yarıştı. Brezilya'da özel arabayla çıktı hayır işleri için. Dedim milletin kıyağıyla, yardımlarıyla puan alabilecek bi yerde bitirir ve güzelce uğurlarız. Ama bize bu zevki de tattırmadılar. Nico Rosberg ve kankası Kazuki Nakajima bu şansı elimizden vura vura aldılar. Herkes demiştir içinden yeter artık vurmayın adam öldü. Serhan Acar da bu konuya değindi ve keşke daha güzel bitirseydi kariyerini dedi. Keşke...
Ne güzel yazmış Yılmaz Erdoğan. Aşağıdaki örneğe bakıyoruz;
"Nazan: Ben sana sadece keşke diycem...
Mükremin: Keşke mi nedir bu keşke?
Nazan: Yani keşke işte. Herşeyin başına koyabilirsin. keşke benim olsaydın, keşke daha önceden karşılaşsaydık yani, keşke işte.
Mükremin: Anladım. Keşke..."
Herşeye keşke denebilir. Beceriksizliklerimizin sonucuna keşke, hayal kırıklıklarına keşke, umutlarımıza keşke...
Şu fotoğrafa da bi keşke...
Bir şekilde yaşıyorum hayatı. Yol alıyorum, unutuyorum, hatırlıyorum. Pek çok şey değişiyor, insanlarla birlikte. Çoğu da geride kalıyor.
Televizyonu ilk defa ne zaman izledim mesela? Neydi beni kendisine çeken? Ama benim tek hatırladğım ise Akşama Doğru o kutuda. Hergün masal gibi izlenen güzel yapım. Bilmiyordum neden bahsettiğini ama çekiciydi. Daha sonra Bizimkiler vardı. Bazen -yakalayabildiğin zaman da-Lafalympics. Onlar da geride kaldı. Hafızamızda nacizane bi yer edinmiş. İyi ki de var. O zamanlardan kalan başka bir ayrıntı da Ayrton Senna'nın kazasıdır. O, olaylardan bihaber halimle dehşet içinde izlemiştim. Öldü'yü bilecek kadar üzülmüştüm. Ne daha az, ne daha fazla.
Jacques Villeneuve vardı bir kahraman olarak. Yılmaz savaşçı, rol model, sarı saçlı yakışıklı insan... Schumacher'e kafa tutmasıyla sevdik. Bildiğimiz üç-dört adamdan biri işte. Rekabet olunca taraf oluyorum ve birini destekliyorum. Sonra gavurların social conformity dediği halt ile Scuderia Ferrari tifosi'si oldum çıktım. Vay Örvayn, ah Şumaherlerle geçti yıllar. Ama JV hep kalbimdeydi. O "pis" Mika-David ikilisine rağmen izliyordum yarışları.
Günlerden bir gün dediler ki Tayfıur futbolu bırakıyor. Ulan takım zaten yan yatmış, dedik bi umut doğruluruz herhalde. Halbuki altında daha fazla incelik, derin nüanslar gizli. Baktım sonra birileri daha futbolu bırakmış. İnsan yıllarca izlediği adamların bitişini görünce üzülüyor tabi. Ama tüm bunlar olurken Romario hala oynuyor. Neyse ki o güzel haberi duyduk bir süre sonra. Şumaher sezon sonunda yarışları bırakıyor. Bende böyle nasıl bir sevinç, bir coşku, gurur, gözyaşı hepsi var. Sel oldu aktı gözyaşları. Adam keleğin en hasını yapmış Rubens'e. 5 yıldır kimseye bırakmamış. Gitsin pislik dedim kendi kendime. Onun tadını da sonradan anladım zaten.
Ama asıl sebep bu yazıyı yazdıran bir fotoğrafla bir haberden ibaret. O anda anladım ben tüm o yukarıdakilerin önemini. Meğerse o umursamazlıkla hepsini teğetin çok uzağından geçmişim. David Coulthard bu sezon son kez yarıştı. Brezilya'da özel arabayla çıktı hayır işleri için. Dedim milletin kıyağıyla, yardımlarıyla puan alabilecek bi yerde bitirir ve güzelce uğurlarız. Ama bize bu zevki de tattırmadılar. Nico Rosberg ve kankası Kazuki Nakajima bu şansı elimizden vura vura aldılar. Herkes demiştir içinden yeter artık vurmayın adam öldü. Serhan Acar da bu konuya değindi ve keşke daha güzel bitirseydi kariyerini dedi. Keşke...
Ne güzel yazmış Yılmaz Erdoğan. Aşağıdaki örneğe bakıyoruz;
"Nazan: Ben sana sadece keşke diycem...
Mükremin: Keşke mi nedir bu keşke?
Nazan: Yani keşke işte. Herşeyin başına koyabilirsin. keşke benim olsaydın, keşke daha önceden karşılaşsaydık yani, keşke işte.
Mükremin: Anladım. Keşke..."
Herşeye keşke denebilir. Beceriksizliklerimizin sonucuna keşke, hayal kırıklıklarına keşke, umutlarımıza keşke...
Şu fotoğrafa da bi keşke...
All Rights Reserved
Copyright (C) 2007 Jacques Villeneuves
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder